Tarih, insanların ibret alabilecekleri, manevî tatminkârlığa ulaşabilecekleri yegane mecradır. Ondan toplumsal kişiliğimiz , devlet felsefemiz oluşur. Bir takım insanların tarih geçmişte kalmıştır, bizi ilgilendirmez, biz geleceğe bakarız demelerinin hiçbir kıymet-i..
Tarih, insanların ibret alabilecekleri, manevî tatminkârlığa ulaşabilecekleri yegane mecradır. Ondan toplumsal kişiliğimiz , devlet felsefemiz oluşur. Bir takım insanların tarih geçmişte kalmıştır, bizi ilgilendirmez, biz geleceğe bakarız demelerinin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Dünya üzerinde en çabuk tükenen şey hiç şüphesiz ki zamandır. Geçmiş şunca zaman içinde nice insanlar, toplumlar, devletler gelip geçmiştir. Bu gün bunların çoğu yok olup gitmiştir. Bunlardan hiçbir eser kalmamıştır. Ancak önemli insanlar tarihe imzalarını atarlar ve zamanın bu ezici gücüne direnebilirler. İşte o insanlardan birisi bizim bir değerimiz olan Fatih Sultan Mehmet Han dır.
Fatih denilince akla İstanbul, İstanbul denilince hiç şüphe yok ki Fatih gelir. Dünya üzerinde birbirine bu derece de uyumlu iki kelimeyi yan yana bulmak mümkün mü acaba? Fatih ve Fetih
Beldetün Tayyibetün olarak adlandırılan, “bir sengine yek pâre Acem mülkü fedadır“ denilen, bağrında Hz. Peygamberin sancaktarını barındıran, tarihte devletlerin en fazla almayı arzuladığı, üzerine yüzlerce şarkı ve şiirler yazılan, resimler yapılan, içinden deniz geçen dünya üzerindeki tek şehir, birden fazla ismi olan(Konstantinapolis, Dar-ül Hilafe, Âsitane, Dersaadet, Makarrı- Salatanat, Pay-i Taht, İslambol ) yegane şehir İstanbul.
19.yy da bir Rus devlet adamının “dünyaya hakim olmak İstanbul a hakim olmakla mümkündür” diye tavsif ettiği mübarek şehir.
Şairin “sana dün bir tepeden baktım “ dediği Aziz İstanbul.
19 yaşında gencecik bir delikanlı iken Devlet-i Âliye-i Osmanî nin başına geçmiş, o tarihten itibaren hayallerini hep İstanbul süslemiş Fatihin. İşi gücü bırakıp İstanbul u almanın hesabını yapmaya başlamıştır. “Ya ben İstanbul u alırım, ya İstanbul beni” diyecek kadar aşkla bağlanmış bu şehre. Onu bu şehre bağlayan bir diğer sebep de Hz. Peygamberin “ İstanbul elbet bir gün fetholunacaktır, Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” hadisine nail olmak içindir.
Bu iş onu o derece bağlamıştır ki çok ketum bir biçimde uykusuz geçirdiği saatler boyunca fetih planı hazırlıklarını devam ettirmiştir. Fethin ilk aşaması olan Rumeli Hisarının temeli atıldığı zaman gelen Bizans elçilerine “bizim atlarımızın ulaştığı yere sizin hayalleriniz bile ulaşamaz” diyecek kadar gerçekçi birisidir.
Günler boyu süren bombardımanla kaleler tahrip edilmiş, Bizanslılar canla başla surlarda açılan gedikleri kapatmışlar ancak İstanbul düşmekten kurtulamamıştır. 29 Mayıs 1453 Salı günü fetih müyesser olur. O fetihte, tarihte gümülü olan binlerce kahramanlarımızdan birisi olan Ulubatlı Hasan surlara bayrağı dikerek fethi müjdelerken, bağrına isabet eden oklara rağmen mutlu ve mesrur bir biçimde ruhunu teslim etmiştir.
İstanbul un fatihi Sultan Mehmed Han, atının üzerinde şehre girerken dünya tarihinde hiçbir hükümdara nasip olmayan bir devri kapıyor, yeni bir devri açıyor ve biz torunlarına da ebede kadar Türk ve Müslüman yurdu kalacak bu güzel beldeyi miras bırakıyordu. İstanbul un fethi siyasi yönden ve neticeleri bakımından dünya tarihine kat î ve silinmez damgasını vurmuş büyük Türk zaferidir. Türk beldesi olarak İstanbul bu kutlu fethin bizlere hediyesidir.
Fatihin müstesna bir şahsiyeti vardır. Bu şahsiyetin güzel bir örneğini şehre girerken görürüz. Hocası Akşemseddin önde kendisi arkada şehre girmiş, halk ak sakallı, temiz yüzlü bu kişiyi Fatih zannederek ona çiçekler atarak hürmet gösterirken, o yüce hakan sessiz bir şekilde endamını ve mahcubiyetini bozmadan yürüyüşüne devam etmiştir.
Fatih doğrudan Ayasofya ya yönelmiş ve bu mabedin camiye çevrilmesini istemiştir. Cuma günü Cuma namazı ile bu büyük eser camiye çevrilmiştir. Ne yazık kı 20.yy ın ikinci çeyreğinde hangi akla hizmete matuf olduğunu hâlâ daha anlayamadığım bir surette müzeye çevrilmesi tarihimize ve değerlerimize ne kadar sahip çıktığımızı da göstermektedir.
Millî şairimiz Akif “bu ezanlar ki şehadetleri dinimin temeli, ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli” derken minarelerin sessiz kalmamasını istemiş ama bu gün Ayasofya minarelerinin bu mahsuniyeti bizleri derinden bir ızdıraba gark etmektedir. Bu gün İstanbul a Fatihin zihniyeti değil, O na mağlup olanların zihniyeti hakim. Artık Fatih in torunları, dedelerini Söğüt ün Domaniç yaylasından Viyana önlerine kadar götüren, dünyaya hâkim kılan ruhtan uzak ve habersizler, Fatih in yaşında olanlar taşıdıkları değerin farkında bile değiller.
Bu günün gençliğine fethi ve anlamını mutlaka anlatmamız gerekiyor. Yoksa fethi kuru bir savaş ve işgal olarak niteleyen insanlardan beslenen gençler yetişecektir ki bu da toplumumuzun geleceği açısından pek sağlıklı değildir.
Fethin ne olduğunu belki de en güzel Osman Bey in oğlu Orhan Gaziye vasiyetinde görebiliriz: “Bizim mesleğimiz Allah yolu ve maksadımız Allah ın dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik değildir.” Bu temel prensip üzere ve İla-yı Kelimetullah için atalarımız yıllarca cepheden cepheye koşmuş o mübarek kanlarını akıtmışlar ve şehit olmuşlardır. Hepsinin ruhları şad, makamları cennet olsun.
Yazımı Divân Edebiyatımızın ünlü şairlerinden Nedim in mısralarıyla bitirmek istiyorum.
Bu şehr-I Stanbul ki bî mislü bahâdır
Bir sengine yek pare Acem mülki fedâdır
Bir gevher-I yek-pâre iki bahr arasında
Hurşid-I cihan-tâb ile tartılsa sezadır
Altında mı üstünde midir cenneti a lâ
El hak bu ne hâlet bu ne hoş âb- ü havadır
Insaf değildir ânı dünyaya değişmek
Gülzarların cennet teşbihî hatadır.
NOT: Bu yazı 29 Mayıs 2010 da yazılmıştır.
Çok şükür ki bu gün Ayasofya nın mahzunluğu sona ermiş aslına rücû etmiş ve
Allah ın kutlu mabetlerinden biri haline yeniden kavuşmuştur. İnşallah ilâ nihaye bu hüviyetini de muhafaza eder.
Ali İhsan ÖZBEK
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)